Beden Eğitimi Ve Eğitim Portalı
  Bilim İnsanları Ve Buluşları
 

BİLİM İNSANLARI VE BULUŞLARI

Albert Einstein (14 Mart 1879 - 18 Nisan 1955) , Alman asıllı fizikçi

20. yüzyılın en önemli kuramsal fizikçisi olarak nitelenebilir. Görelilik kuramını geliştirmiş, kuantum mekaniği, istatistiksel mekanik ve kozmoloji dallarına önemli katkılar sağlamıştır. Kuramsal fiziğine katkılarından ve fotoelektrik etki olayına getirdiği açıklamadan dolayı 1921 Nobel Fizik Ödülü'ne layık görülmüştür. (Nobel Ödülü'nün ve Nobel Komitesi'nin o zamanki ilkeleri doğrultusunda, bugün en önemli katkısı olarak nitelendirilen görecelik kuramı fazla kuramsal bulunmuş ve ödülde açıkça söz konusu edilmemiştir.)

Ulm'da doğdu. Çocukluğunu Münih'de geçirdi ve ilk öğrenimini burada yaptı. Lise öğrenimini 1894'te İsviçre'de tamamladı ve 1896'da Zürih Politeknik Enstitüsü'ne (ETH) girdi. Sonradan İsviçre vatandaşı oldu ve Sırp asıllı bir kız öğrenci ile evlendi. Sonra Bern'de federal patent dairesinde görev aldı. Bu görevden arta kalan zamanlarda çağdaş fizikte ortaya atılmaya başlanan problemler üzerinde düşünmek fırsatını buldu. Önce atomun yapısı ve Max Planck'ın kuvantum teorisi ile ilgilendi. Brown hareketine ihtimaller hesabını uygulayarak bunun teorisini kurdu ve Avogadro sayısının değerini hesaplayarak teorisini test etti. Kuvantum teorisinin önemini ilk anlayan fizikçilerden birisi oldu ve bunu ışıma enerjisine uyguladı. Bu da onun, ışık tanecikleri veya fotonlar hipotezini kurmasını sağladı. Bu yoldan fotoelektrik olayını açıklayabildi. Bu çalışmalarını açıklayan ve 1905 yılında "Annalen der Physik" dergisinde yayımlanan iki yazısından başka, üçüncü bir yazısı daha çıktı ve bu yazıda görecelik teorisinin temelini attı. Teorileri sert tartışmalara yol açtı. 1909'da Zürih Üniversitesi'nde öğretim görevlisi oldu. Prag'da bir yıl kaldıktan sonra, Zürih Politeknik Enstitüsü'nde profesör oldu. 1913'de Berlin Kaiser-Wilhelm Enstitüsünde ders verdi ve Prusya Bilimler akademisine üye seçildi. İsviçre vatandaşı olarak 1. Dünya Savaşı'nda tarafsız kaldı.

İkinci defa, bu kez akrabasi olan bir kadınla, evlendi; bu yirmi yıl içinde birçok özlü inceleme yazısı yayımladı ve bunlarda teorilerini geliştirdi. 1921'de Fizik Nobel Ödülü'nü kazandı.

Yabancı ülkelere bir çok gezi yapmakla birlikte 1933'e kadar Berlin'de yaşadı. Almanya'da yönetime gelen Nasyonal Sosyalist (Nazi) rejimin ırkçı tutumu dolayısıyla, pek çok Musevi asıllı bilim adamı gibi o da Almanya'dan ayrıldı. Paris'te College de France'ta ders verdi; burdan Belçika'ya oradan da İngiltere'ye geçti. Son olarak Amerika Birleşik Devletleri'ne giderek Princeton Üniversitesi kampüsünde etkinlik gösteren Institute for Advanced Study'de (İleri Araştırma Enstitüsü) profesör oldu. 1940 yılında Amerikan yurttaşlığına geçti. 1955'de Princeton'da öldü.

Fizik alanındaki çalışmaları modern bilimi büyük ölçüde etkiledi. Kendisi özellikle zaman ve uzay için düzenlenmiş bağlılık (izafiyet) teorisiyle tanındı. Bu teori üç bölüme ayrılır: Newton mekaniğinin yasalarını değiştiren ve kütle ile enerjinin eşdeğerli olduğunu öne süren sınırlı bağlılık (1905); eğrisel ve sonlu olarak düşünülen dört boyutlu bir evrene ait çekim teorisini veren genel bağlılık (1916); elektro-manyetizma ve yerçekimini aynı alanda birleştiren daha geniş kapsamlı teori denemeleri. İlk iki teorinin geçerliliği atom fiziği ve astronomi alanında yapılan deneylerle çok başarılı bir biçimde sınanmıştır; çağdaş fiziğin temel taşları arasında yer alırlar.Söylediği güzel bir söz vardır "Ben atomu iyi birşey için keşfettim,insanlar atomla birbirlerini öldürüyorlar"


Alfred Bernard Nobel,

(21 Ekim 1833, Stockholm, İsveç – 10 Aralık 1896, San Remo, İtalya)
Alfred Bernhard Nobel (21 Ekim 1833, Stockholm, İsveç – 10 Aralık 1896, San Remo, İtalya), İsveçli kimyager ve mühendis, dinamit'in mucidi.

Nitrogliserin'i patlayıcı madde olarak kullanma yollarını araştırdı. 1863 yılında Stockholm'de az miktarda nitrogliserin yapmaya başladı. Birkaç ay süren araştırmaların sonunda bir patlama ile laboratuvar yıkıldı. Çalışmalarına devam eden Alfred Nobel 1865'te yeni bir fabrika kurdu, bir süre sonra ikinci fabrikasını da açtı. 1864 yılında araştırmalarının sonucunu aldı ve dinamit barutunu buldu. Araştırmalarına devam eden Nobel, 1877'de Balistit adını verdiği yeni bir çeşit barut tasarladı. 1879'da, Paris yakınlarındaki Servan'da bir laboratuvar kuran Nobel, buradaki çalışmaları sırasında dumansız barut adını verdiği ve eşit miktarlarda nitrogliserinle nitroselüloz karışımından oluşan, itici barutu buldu.

Birkaç yıl sonra kordit adlı patlayıcı madde konusunda İngiliz hükümeti aleyhine dava açtı, ancak davayı kaybetti. Bu dönemde Fransa'ya karşı kurulan bir ittifakta İtalya ile işbirliği yapan Nobel, aleyhindeki kampanyalar sonucunda Paris'i terk ederek İtalya'nın San Remo şehrine yerleşti, laboratuvarını da oraya taşıdı.

Nobel, San Remo'da 1896 yılında beyin kanaması sonucu öldü. Vasiyetinde, mirasının Nobel Ödüllerinin enstitüleştirilmesi yönünde kullanılmasını ve 33.200.000 kronunun her yıl insanlığa hizmette bulunanlara sunulmasını istemiştir.

Bu ödüller, fizik, kimya, tıp ya da fizyoloji, edebiyat ve barışa hizmet olmak üzere toplam beş dalda verilecekti. Nobel'in bu vasiyeti önceleri büyük tartışma yarattı. Ancak 1900 yılında İsveç hükümetinin Nobel Vakfı'nı kurmasıyla, Nobel Ödülleri düzenli olarak verilmeye başlandı. Daha sonra 1968'de İsveç Bankası Alfred Nobel'in anısına bir ekonomi ödülü vermeyi kararlaştırdı, ödül ilk kez 1969'da verildi.

Sentetik bir element olan Nobelium onun anısına bu isim ile anılmıştır.


Wright Kardeşler
Wright Kardeşler, ilk motorlu uçağı yapan ünlü kardeşlerdir. Wilbur Wright 1867 yılında doğmuş, 1912 yılında ölmüştür. Kardeşi Orville Wright ise 1871 yılında doğmuş, 1948 yılında ölmüştür.

Ohio, Daytonlu iki bisiklet ustası olan Wilbur ve Orville Wright, 1899'da kuşların nasıl uçtukları hakkında kendilerine ipucu verebilecek herşeyi sistemli bir şekilde incelemeye başladılar. Bilimsel eserlerde ve eski insanların deneyimleri arasında kendi işlerine yarayacak hiçbirşey olmadığını kısa sürede anlayan Wright kardeşler sadece Berlin yakınlarındaki bir tepe üstünden planörle uçuş denemeleri yapan ve bu konuda çok dikkatli notlar tutan Alman mühendisi Otto Lilienthal'in çalışmaları vardı.


Orville Wright
Wilbur WrightLilienthal kuşların uçmalarını çok yakından incelediği için planörünün bir kuşu andırmasına fazla şaşmamak gerekir. Fakat o içlerinde ünlü ressam Leonardo Da Vinci'nin de olduğu birçoklarını cezbeden tuzağa, yani kuş uçuşunu temsil eden kanat çırpma olayının cazibesine kapılmadı. Lilienthal uçabilecek bir uçağın havayla temas halinde olan sabit bir kanadı olması gerektiğini gösterdi. Kararlı bir uçuşu gerçekleştirebilmek için gerekli kontrol sadece onun söylediği böyle bir kanat tarafından sağlanabilirdi ve bu konuda Wright kardeşler de onunla uyuşuyordu.

Wilbur ve Orville Wright bilimsel öğrenim görmemişler, liseden sonra yüksek bir okulda gitmemişlerdi. Fakat uçma alanındaki çalışmalarını ilerlettirken kendi bilimsel yönlerini de model uçaklar, uçurtmalar, insan taşıyan planörler ile yaptıkları yüzlerce deney sayesinde bu konuda bilimsel bir eser hazırlayacak kadar ilerlettiler. Hatta hazırladıkları 200'den çok farklı tipteki kanatları denemek için bir rüzgar tüneli dahi yaptılar. Wright kardeşlerin 17 Aralık 1903'te North Carolina'da Orville'in kontrolünde havalanan ilk uçağı aerodinamik ses teorisine bağlı kalınarak yapılmıştı.

Bu uçak iki pervaneliydi. Pilotla birlikte ağırlığı 335 kg.dı. Bu uçuşun beş tane görgü şahidi vardır. Orville birinci denemede 12 saniye uçtu. Ve sadece 37 metre mesafe katetti. O günkü son denemesinde ise, bu süre 59 saniyeye çıkmıştı ve 280 metrelik bir mesafeye uçmuştu. Daha sonra uçaklarını geliştirdiler ve 1904 yılında uçağa havada dönüşler yaptırarak, geri dönmek suretiyle kalktıkları noktaya inmeyi başardılar.

Wright kardeşler, iyi bir uçak tasarımında kanadın ani esen şiddetli rüzgarların zararlı etkisiyle sert havanın aşağı ve yukarı çekici etkisine karşın pilotun düzeltmesiyle kanadın daha uygun bir vaziyet almasını sağlayan bir mekanizma bulunması gerektiğini anladılar. Kuşları gözleyerek sert havalarda uçuş düzeylerini korumak için kanat uçlarını nasıl büktüklerini not aldılar. Kanat bükmeyi planörlerinin kanatlarının uçaklarını bir mekanizma yardımıyla eğerek taklit ettiler. Deneylerinden bunun işe yarayacağını tahmin etmişlerdir. Gerçekten de işe yaramıştır. Kanat eğmenin uçuş aerodinamiğini nasıl etkilediğini doğru bir şekilde tahmin ettiler ve anladılar.

Wright Kardeşler artık uçabilen bir uçak yaratmışlardı ama onu nasıl uçuracaklarını bilmiyorlardı. Bunu onlara gösterebilecek ne bir kitap ne de bir öğretmen vardı. Yavaş yavaş ve metotlu bir şekilde uçakla dönüş yapabileceklerinden çok zaman önce emin olmuşlardı. Daha ilk denemelerinde uçak tam bir daire dönüşünü kolaylıkla tamamlayarak havalandıkları noktanın yanına indi. Uçak dizaynı, diğerleri Wright kardeşlerinin seviyesine gelinceye kadar bir süre olduğu yerde saydı. Pilotun kanadın üzerine yatık bir şekilde durmaktan kurtarıp oturmasını sağlayacak bir yer yapılması gibi zorunlu bir takım şeyler gerekiyordu. Wright kardeşler pilotun oturabildiği bir uçak dizaynı hazırladılar. Ayrıca bir de iniş takımı yaparak kendilerini ilk uçuşlarında yanlarında taşıdıkları tekerlekli kriko ve monoraydan kurtardılar.


Hezarfen Ahmet Çelebi (1623-1640)
Hezarfen Ahmet Çelebi, kendi geliştirdiği takma kanatlarla uçmayı başaran ilk insanlardan biri olan, 17. yüzyılda Osmanlıda yaşamış Türk bilginidir. 1623-1640 yılları arasında saltanat süren Sultan IV. Murat zamanında, uçma tasarısını gerçekleştirdiği ve geniş bilgisinden ötürü halk arasında Hezarfen olarak anıldığı bilinmektedir.

Hezarfen'in, Leonardo da Vinci'nin kuşlar üzerinde yaptığı çalışmalarından ilhamlandığı sanılmaktadır. Tarihi uçuşuna İstanbul'daki Galata Kulesi'nden başlamış ve İstanbul Boğazı'nı uçarak geçmeyi başarmıştır.

İlk uçma denemelerinde, 10. yüzyıl Türk alimlerinden İsmail Cevheri'den ilham almıştır. Cevheri'nin bulgularını iyice inceleyen ve öğrenen Çelebi, kuşların uçuşunu inceleyerek tarihi uçuşundan önce hazırladığı kanatlarının dayanıklılık derecesini ölçmek için, Okmeydanı'nda deneyler yapmıştır.

1632 yılında lodos bir havada Galata Kulesi'nden kuş kanatlarına benzer bir araç takıp kendini boşluğa bırakan ve uçarak İstanbul Boğazını geçip 6000 m. ötede Üsküdar'da Doğancılar'a inen Hezarfen Ahmet Çelebi, Türk havacılık tarihinin en kayda değer simalarından birisidir. Bu uçuş hakkındaki belgeler şimdiye kadar sadece Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sindeki ifadesinden ibarettir.

İstanbul Kanatların Altında...Bu olay Osmanlı Devletinde ve Avrupada büyük yankı buldu ve dönemin padişahı IV. Murat tarafından da beğenildi. Sarayburnu'ndaki Sinan Paşa köşkünden bu durumu seyreden Sultan, Ahmet Çelebi ile önce çok yakından ilgilenmiş, hatta Evliya Çelebi'ye göre "bir kese de altınla" sevindirmiş, ancak bu derece bilgili ve becerikli birisinin tehlikeli olabileceğini düşünüp, "Bu adem pek havf edilecek bir ademdir, her ne murad ederse elinden gelür, böyle kimselerin bakaası caiz değil" diyerek onu Cezayir'e sürgün etmiştir. Ahmet Çelebi orada vefat etmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti P.T.T. İdaresinin 17 Ekim 1950 Tarihinde İstanbul’da toplanan Milletlerarası Sivil Havacılık Kongresi için çıkardığı üç hatıra pulundan Zeytuni yeşil-mavi renkli 20 kuruşluk olanın taşıdığı temsili resim, Hazerfen'in Galata Kulesi’nden Üsküdar'a uçuşunu tasvir etmektedir. bugun hezarfen havaalanı catalca sinirlari icerisinde olup muzik alanlarida vardir.


Leonarda Da Vinci (1452 - 1519)
Leonardo da Vinci, 15 Nisan 1452 - 2 Mayıs 1519 tarihleri arasında yaşamış bir İtalyan Rönesans mimarı, müzisyen, anatomist, mucit, mühendis, heykeltraş, geometrisyen ve ressamdır. En önemli yapıtları Mona Lisa (1503 - 1507) ve Son Yemek’tir (1495 - 1497).

Rönesans sanatını doruğuna ulaştırmış, yalnız sanat yapıtlarıyla değil çok çeşitli alanlardaki araştırmaları ve buluşlarıyla da tanınan, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sanatçılarından biridir.

Hayatı

Doğduğu evLeonardo, genç bir noter olan Ser Piero da Vinci'nin ve muhtemelen bir çiftçi kızı olan Caterina'nın evlilik dışı çocuğu olarak İtalya'da, Floransa kentine bağlı Vinci kasabası yakınlarındaki Anchiano'da dünyaya geldi.

Leonardo Avrupa'daki modern isimlendirme kurallarının oluşmasından önce dünyaya gelmişti; bu yüzden tam ismi, "Vincili Piero'nun oğlu Leonardo" manasına gelen "Leonardo di Ser Piero da Vinci"dir. Leonardo eserlerini ya "Leonardo" ya da "Io, Leonardo (Ben, Leonardo)" olarak imzalamıştır.

Her ne kadar somut kanıtlar bulunmasa da, Leonardo’nun annesi Caterina'nın Piero'ya ait olan Ortadoğulu bir köle olduğu tahmin ediliyor. Leonardo’nun doğduğu yıl, babası Albiera adındaki ilk eşi ile evlendi, Caterina ile ise hiç bir zaman evlenmedi.

Leonardo’ya bebekliğinde annesi baktı, ancak bir kaç yıl sonra annesi başka biriyle evlendirilerek komşu kasabaya yerleşince Leonardo, babasının da nadiren uğradığı büyükbabasının evinde yaşamaya başladı, arada sırada Floransa’ya babasının evine giderdi. Babasının ilk eşinden çocuğu olmadığı için aileye kabul edilebilmişti ama hiç bir zaman meşru bir çocuk olarak görülmedi ve amcası Francesco dışında ailesindeki kimseden sevgi görmedi.


Andrea del Verrocchio14 yaşına kadar Vinci’de yaşayan Leonardo, büyükanne ve büyükbabasının ardı ardına ölmesi üzerine 1466’da babası ile birlikte Floransa’ya gitti. Evlilik dışı çocukların üniversiteye gitmesi yasak olduğundan üniversite öğrenimi görme şansı yoktu. Küçük yaştan itibaren çok güzel çizimler yapan Leonardo’nun resimlerini babası, dönemin ünlü ressam ve heykeltraşı Andrea del Verrocchio'ya gösterince, Verrochio kendisini çırak olarak yanına aldı. Leonardo onun yanında Lorenzo di Credi ve Pietro Perugino gibi ünlü sanatçılarla çalışma fırsatı buldu. Atölyede sadece resim yapmayı değil, lir çalmayı da öğrendi. Büyük ihtimalle eşcinsellikle de bu atölyede tanıştı. 1476’da oğlancılıkla suçlandığında yargılandı ve suçsuz bulundu. İdam korkusu ve utançla tanıştı.

Floransa’yı 1482’de terkederek Milano Dükü Sforza’nın hizmetine girdi. Dükün hizmetine girebilmek için köprüler, silahlar, gemiler, bronz,mermer ve kilden heykeller yapabileceğini anlattığı ancak göndermediği mektup bütün zamanların en olağanüstü iş başvurusu sayılır.

Leonardo, 1499’da şehir Fransızlar tarafından alınıncaya kadar 17 yıl boyunca Milano Dükü için çalıştı. Dük için sadece resim ve heykeller yapmak, festivaller organize etmekle uğraşmadı; aynı zamanda binalar, makineler ve silahlar geliştirdi. 1485 - 1490 yıllarında doğa, mekanik, geometri, uçan makineler, kiliseden kale ve kanal yapımına kadar her türlü mimari ile ilgilendi; anatomi çalışmaları yaptı; öğrenciler yetiştirdi. İlgi alanı o kadar genişti ki başladığı çoğu işi bitiremiyordu. 1490 - 1495 yıllarında çalışmalarını ve çizimlerini deftere kaydetme alışkanlığı geliştirdi. Bu çizimler ve defter sayfaları, müzeler ve kişisel koleksiyonlarda toplanmıştır. Bu koleksiyonculardan birisi de Leonardo’nun hidrolik alanındaki çalışmalarının el yazmalarını toplayan Bill Gates’dir.


En ünlü eseri: Mona Lisa1499’da Milano şehrinin Fransızlarca alınmasından sonra şehri terkeden ve yeni bir koruyucu aramaya başlayan Leonardo, 16 yıl boyunca İtalya’da seyahat etti. Pek çok kişi için çalıştı, çoğu eserini yarım bıraktı.

İnsanlık tarihinin en iyi resimlerinden birisi kabul edilen Mona Lisa için 1503’te çalışmaya başladığı söylenir. Bu resmi tamamladıktan sonra hiç yanından ayırmamış, tüm seyahatlerinde yanında taşımıştı. 1504’te babasının ölüm haberi üzerine Floransa’ya döndü. Miras hakkı için kardeşleri ile mücadele verdi ancak çabası sonuçsuz kaldı. Ancak çok sevdiği amcası tüm varlığını ona bıraktı.

1506 yılında Leonardo, bir Lombardiya aristokratının 15 yaşındaki oğlu olan Kont Francesco Melzi'yle tanıştı. Melzi, hayatının geri kalanında onun en iyi öğrencisi ve en yakını oldu. 1490’da 10 yaşında iken korumasına aldığı ve Salai adını verdiği genç de 30 yıl boyunca onunla beraber olmuş, ancak öğrencisi olarak bilinen bu genç hiç bir sanatsal ürün üretmemişti. Leonardo, sevgilisi oldukları da sık sık iddia edilen bu iki dostla İtalya’yı birlikte dolaşmıştı.

1513 - 1516 arasında Roma’da yaşadı ve Papa için geliştirilen çeşitli projelerde yer aldı. Anatomi ve fizyoloji alanında çalışmaya devam etti ancak Papa, kadavralar üzerinde çalışmasını yasakladı.


Leonardo da Vinci’nin ölümü1516’da koruyucusu Giuliano de' Medici’nin ölümü üzerine Kral 1. Francis’den Fransa’nın baş ressam, mühendis ve mimarı olmak üzere davet aldı. Paris’in güneybatısında, Amboise yakınlarındaki Kraliyet Sarayı’nın hemen yanında kendisi için hazırlanan konağa yerleşti. Ona büyük hayranlık duyan kral, kendisini sık sık ziyaret gelir ve sohbet ederdi.

Sağ koluna felç inen Leonardo da Vinci, resimden çok bilimsel çalışmalara ağırlık verdi. Kendisine dostu Melzi yardımcı olmaktaydı. Salai ise Fransa’ya geldikten sonra onu terketmişti.

Leonardo 2 Mayıs 1519’da Amboise’daki evinde 67 yaşında öldü. Kralın kollarında can verdiği rivayet edilir ancak 1 Mayıs günü kralın bir başka şehirde olduğu ve 1 gün içinde oraya gelemeyeceği bilinmektedir. Vasiyetinde mirasının esas bölümünü Melzi’ye bıraktı. Amboise'daki Saint Florentin Kilisesi’nde toprağa verildi.

Floransa Dönemi

Leonardo’nun ilk resmiLeonardo da Vinci’nin 1466-1472 yılları arasında bilinen hiç bir eseri yoktur. Bu çıraklık döneminde atölyede boyaları karıştırdı, resimlerin küçük bazı bölümlerini boyadı. 1472’de Floransa'da bağımsız bir ressam oldu. Ancak ustasının atölyesinden ayrılmadı.

Leonardo da Vinci’nin bilinen ilk resmi 5 Ağustos 1472 tarihli "Arno Vadisi" resmidir. Leonardo’nun dehasını yansıtan bu resimde derinlik arttıkça detaylar azalır, kağıdın rengi resme hakim olur. Bu teknik daha sonra yokoluş perspektifi olarak adlandırılmıştır.


İsa’nın vaftizi tablosuLeonardo, 1471-1475 yılları arasında Andrea del Verrocchio'’ya "İsa’nın Vaftizi" adlı tablosunda yardım etti. Resmin ana unsurlarını Verrochio zaten çizmişti. Leonardo, diz çökmüş bir melek ile İsa’nın vücüdunu resmetti. Melek, Verrochio’nın çizdiği figürlerden çok daha başarılıydı. Bunu gören Verrochio’nun fırçalarına bir daha asla elini sürmediği söylenir. Gerçekten de bu tablo, Verrochio’nun bilinen son tablosudur.

Leonardo'nun1476-1478 döneminde kendi atölyesini açtığı sanılmaktadır ve bu dönemde sipariş üzerine yaptığı en az iki resim vardır.

1. Floransa döneminde çizdiği en önemli tablolardan birisi de "Aziz Jerom"'dur. Tamamlamış olsa Mona Lisa kalitesinde olacağı tahmin edilen bu tablo, günümüzde Vatikan’dadır.

Leonardo 1481-1482 arasında aldığı bir sipariş üzerine "Müneccim Kralların Tapınması" adlı tablo üzerinde çalıştı ancak 1482’de Milano Dükü’nün hizmetine girince dev tabloyu yarım bırakarak Milano’ya gitti.

Milano Dönemi

Erminli (Kakım) Kadın TablosuMilano dönemi başında yaptığı resimlerin en önemlisi "Kayalıkların Bakiresi"dir. İki versiyonu bulunan bu eserin birisi Louvre Müzesi’nde, diğer Londra Ulusal Galerisi’nde yer alır.

Kayalıklar Bakiresi’nin yarattığı ilgi üzerine ısmarlanan "Erminli Kadın", günümüze kalan az sayıdaki resminden birisidir. Polonya’daki Çartorist (Czartorisky) Müzesi’ndedir.

1490'da Sforza'nın düzenlediği festival için yaptığı “Gezegenlerin Dansı” adlı müzikli oyun, İtalya çapında ünlenmesini sağladı.

1495- 1497 arasında en önemli eserlerinden birisi olan Son Yemek üzerinde çalışmıştır. "Son Yemek", Milano’da bir manastır yemekhanesinin duvarında yer alan duvar resmidir. Maalesef, bu büyük eseri yaparken denediği karışım başarılı olmamış, eser daha 1500’lü yıllarda bozulmuştur.

Leonardo, Milano döneminde matematikle de uğraştı ve İtalyan matematikçi Luca Pacioli’ye "Altın Oran Üzerine" adlı yapıtını yazmada yardım etti.

En çok vaktini alan çalışma, dükün babası onuruna yapması istenen "Bronz At Heykeli" idi. Dünyanın en büyük at heykeli olması planlanan bu eser için Leonordo uzun süre atların anomsini inceledi. 1483’te başlayan çalışmaları sonunda 1493’te dev kil modeli hazırladı. Bronz heykel için tonlarca bronza ihtiyaç vardı. Bronzun hazırlanmasını beklerken Son Yemek üzerinde çalıştı. Heykel için gereken bronz, Sforza tarafından silah yapımında kullanıldığından bronz heykel hiç bir zaman yapılamadı. Fransızların Milano’yu işgalinden sonra kilden yapılmış olan heykel ise askerlerin hedef tahtası olarak parçalandı.

Göçebe Dönemi
Leonardo, Milano’yu terkettikten sonra Mantova’da dönemin ressamlarının eserlerini toplamaya meraklı Isabella d'Este’nin bir portresi üzerinde çalışmaya başladı ancak 1501’de Venedik’e gidince Isabella d'Este’nin tüm ısrarlarına ve mektuplarına rağmen eseri tamamlamadı.

Venedik’te Osmanlılar’a karşı kullanılmak üzere çeşitli projeler(Isonzo Vadisi’nde hareketli bir bent kurmak, Osmanlı gemilerinin altını delmek için dalgıç kullanmak gibi) geliştirdi ancak hiçbiri uygulanmayınca Floransa’ya geçti.

Bir manastır için Meryem ve Çocuk İsa Azize Anna İle Birlikte adıyla bilinen ve Londra’daki Ulusal Galeri’de bulunan taslağı hazırladıysa da Cesare Borgia’dan aldığı mühedislik teklifi üzerine bu eseri de yarım bıraktı.

Leonardo, Papa 6. Alexander’ın oğlu Cesare Borgia hizmetinde askeri mühendis olarak çalıştı, haritalar çizdi.

Cesare’dan ayrıldığı sırada II.Beyazit’a Haliç üstüne bir köprü, yeldeğirmeni inşaatı gibi projelerinden bahseden bir mektup yazdığı bilinir.

Floransa’ya döndüğünde Pisa ve Floransa arasında savaş vardı. Floransa’dan Pisa’ya akan Arno Irmağı’nın yatağını değiştirerek şehri susuz bırakmayı planladı ama bu plan başarısız oldu.

Arno Nehri yatağı üzerindeki çalışmalardan sonra Anghiarai Savaşı adlı duvar resmi üzerinde çalıştı. 1440’ta Floransa’nın Milano’ya karşı kazandığı zaferi konu alan bu resim üzerinde çalışırken karşı duvarda da Cascina Savaşı adlı resim için Mikelanj çalışıyordu. İki sanatçı arasındaki çekişme “Savaşların Savaşı” halini aldı. Eser henüz tamamlanmadan Fransa Kralı tarafından Milano’ya çağrılan Leonardo, bir süre iki şehir arasında mekik dokuduysa da sonunda resmi yarım bırakmak zorumda kaldı (Rakibi Mikelanj da Roma’ya çağrıldığı için kendi resmini yarım bırakmak zorunda kaldı.)

Milano’da saray mensupları için dekoratör gibi çalıştı, saray eğlencelerini düzenledi.Zamanla anatomi çalışmalarına döndü. Resme yeniden ilgi duymaya başladı ve Mona Lisa’yı yapmaya başladı. Bu resmi ömrü boyunca yanından ayırmadı ve tüm yolculuklarında beraberinde taşıdı.

1513’te gittiği Roma’da ihtiyar bir bilge olarak saygı görmesine rağmen Rafael ve Mikelanj’ın aksine Medici ailesinden fazla sipariş almadı. Ancak Mikelanj’ın Davut (David) adlı eserinin yerinin belirlenmesi için kurulan komisyonda yer aldı ve Mikelanj’ın isteğine aykırı olarak Floransa’daki Palazzo Vecchio önüne yerleştirilmesinde etkili oldu.

1515 yılında Fransızlar’ın Milano’yu yenmesinden sonra Guiliano de Medici kendisinden barış görüşmelerinde Fransa Kralı’na sunulmak üzere mekanik bir aslan yapma görevi verdi. Yaptığı aslan (Floransa’nın simgesi), bir kaç adım yürüdükten sonra kalbinden bir zambak (Fransa’nın simgesi) çıkarıyordu. Genç kral, kendisine hayran kaldı. Guiliano de Medici bir yıl sonra ölünce, Fransa Kralı Leonardo’yu çağırtmıştı. Son yıllarını Fransa’da geçirdi.

Bilim ve Mühendislik

Vitruvian Adamı, Leonardo'nun insan vücudunun oranları hakkındaki çalışmasıLeonardo'nun bilim ve mühendislik alanındaki çalışmaları en az onun sanatsal çalışmaları kadar etkileyici ve yenilikçidir; 13.000 sayfadan oluşan defterlerinde yeralan notlar ve çizimler sanat ve bilimi kaynaştırmıaktadır. Leonardo bu notları, etrafındaki dünyayı sürekli gözleyerek, Avrupa'da yaptığı seyahatler sırasında yazmıştır. Leonardo solaktı, ve tüm yazılarını ancak ayna ile bakılınca okunabilecek şekilde yazardı.

Leonardo'nun bilime bakış açısı gözlemseldi: bir bilinmezliği anlamak için onu en küçük detayına kadar tarif ve tasvir ederdi, teoriye ve deneylere önem vermezdi. Latince ve matematik konusunda eğitim almamış olması sebebiyle, çağdaş akademisyenler onun bilimsel çalışmalarını gözardı ettiler (oysaki Leonardo Latince'yi kendi kendine öğrenmişti).


Embriyo çalışmaları(1510)
Anatomi
Leonardo insan anatomisi konusundaki çalışmalarına Andrea del Verrocchio'nun yanında çıraklık yaparken başladı; çünkü Verrochio tüm öğrencilerini anatomi öğrenmeleri konusunda teşvik ederdi. Sanat alanında başarı kazanmaya başlayınca, Floransa'daki Santa Maria Nuova Hastanesi'nde kadavralar üzerinde inceleme yapmasına izin verildi. Daha sonra Milano'daki Maggiore Hastanesi'nde ve Roma'daki Santo Spirito Hastanesi'nde de kadavralar üzerinde çalışmalar yaptı. 1510-1511 yıllarında doktor Marcantonio della Torre ile birlikte çalıştı. 30 yılda, farklı yaşlarda 30 adet kadın ve erkek kadavrası inceledi. Marcantonio ile birlikte anatomi konusunda teorik bir çalışma yayınlamak üzere çalışmalar yaptılar, ve 200'ün üzerinde çizim hazırladılar. Ancak bu çizimler Leonardo'nun ölümünden sonra, 1580'de "Resim Üzerine Tezler" adı altında yayınlandı.

Leonardo birçok insan iskeleti çizimi yaptı, ve omurganın çift-s formunu ilk tanımlayan kişi oldu. Pelvis ve kuyruk sokumu hakkında incelemeler yaptı, ve kuyruk sokumunun 5 farklı kemikten oluştuğunu belirledi. İnsan kafatasını ve beynin kesitlerini mükemmel şekilde tariflemeyi başardı. Ciğerlerin, idrar kesesinin, cinsel organların ve hatta cinsel birleşmenin yapılarını gösteren oldukça fazla sayıda çizim yaptı. "Hamilelik mucizesiéni anlamak amacıyla fetusun anne karnındaki pozisyonu hakkında çizimler yapan ilk birkaç kişiden biridir. İnsan anatomisine ek olarak, çeşitli hayvanların anatomisi hakkında da çizimleri bulunmaktadır.

Leonardo sadece insan vücudunun yapısıyla değil, aynı zamanda fonksiyonuyla da ilgileniyordu, bu yüzden anatominin yanısıra aynı zamanda fizyoloji konusunda da çalışmalar yaptı. Fizyolojik deformasyonu olan kişilerle ilgili de çizimleri bulunmaktadır.

Anatomi alanındaki çalışmaları, yazılı tarihteki ilk robot tasarımınına öncülük etti. "Leonardo'non robotu" adı verilen tasarım büyük olasılıkla 1495 yılında yapıldı ama ancak 1950'lerde farkedildi. Kan dolaşımı hakkında bilgisi olmamasına rağmen, robota eklediği kalp vanaları sayesinde kanın tüketilmek üzere kaslara pompalanmasını sağladı. Leonardo'nun yaptığı bir çizim, 2005 yılında bir İngiliz kalp cerrahına hasar görmüş kalpleri tedavi etmek yolunda yepyeni bir yol keşfetmesi için ilham verdi. [1]

Buluşlar ve Mühendislik
Uçma konusuna duyduğu müthiş ilgi sebebiyle, Leonardo kuşların uçması hakkında detaylı çalışmalar yaptı ve aralarında 4 kişi tarafından çalıştırılabilen bir helikopter ve hafif bir hang glider da bulunan çok çeşitli uçan makineler tasarladı.


Leonardo tarafından tasarlanan ve Château d'Amboise'da bulunan zırhlı bir tank
Leonardo'nun tasarladığı zırhlı tankın içi1502 yılında Leonardo da Vinci, Sultan II.Beyazıt için, Haliç'in girişine inşa edilmek üzere 240 metre uzunluğunda bir köprü tasarımı yaptı. Bu köprü inşa edilmedi, ama 2001 yılında Norveç'te Vebjørn Sand Da Vinci Projesi kapsamında, bu tasarımı temel alan daha küçük bir köprü yapılarak Leonardo'nun vizyonu hayata geçirildi. [[2]]

Her ne kadar savaşı insan faaliyetlerinin en kötüsü olarak nitelese de, Leonardo'nun defterlerinde askeri mühendislik alanında da çalışmalar bulunmaktadır; bunların arasında makineli tüfekler, zırhlı tank, bombalar, paraşütler gibi tasarımlar yer almaktadır. Diğer buluşları arasında bir denizaltı, dişliler kullanılarak yapılmış ilk mekanik hesap makinesi, ve yaylı bir mekanizmayla çalışan bir araba da bulumaktadır. Vatikan'da bulunduğu yıllarda güneş enerjisini kullanmak için, içbükey aynalar yardımıyla suyu ısıtacak bir tasarım yapmıştır. Her ne kadar Leonardo'nun tasarımlarının çoğu yaşadığı dönemde hayata geçirilememiş olsa da, IBM'in desteğiyle birçoğunun modelleri yapılmıştır ve Amboise'deki Château du Clos Lucé'de bulunan Leonardo da Vinci Müzesi'nde sergilenmektedir. [3]

Leonardo'nun Defterleri
Leonardo'nun defterleri temel olarak 4 farklı konuda yazılmıştır: mimari, mekanik, resim ve insan anatomisi. Bu defterler, farklı boy ve tipte birbirinden bağımsız kağıtlardan oluşmaktadır ve ölümünden sonra dağılmış olmalarına rağmen, günümüzde Louvre, Biblioteca Nacional de España, Milano'daki Biblioteca Ambrosiana, ve British Library gibi büyük kolleksiyonlarda bulunmaktadır. British Library'de bulunan defterlerin bir kısmı internette [4] adresinde incelenebilir. Codex Leicester adı verilen defter, Leonardo'nun özel bir kolleksiyonda bulunan tek büyük bilimsel çalışmasıdır, ve şu anda Bill Gates'e aittir.

Ocak 2005'te, Floransa'daki Basilica della Santissima Annunziata di Firenze'nin yanında bulunan bir manastırın gizli odalarından birinde, Leonardo'nun uçuş ve diğer bilimsel konulardaki çalışmalarını yaptığı bir laboratuvar bulunmuştur.


Louis Pasteur, (1822 - 1895)
Louis Pasteur, 1822 yılında Fransa'nın Dura bölgesindeki Dole kasabasında dünyaya geldi. Pasteur kimyager ve daha sonra bakteriyolog olarak yaşadığı çağda, tıbbın ilerlemesine çok büyük katkılarda bulundu. Fakat o tıp doktoru olmadığı için, 1800'lü yılların doktorları onun teorilerine burun kıvırıyorlardı. Pasteur buna hiç aldırmadan çalışmalarını sürdürdü, çünkü Pasteur'ün bakterilerin ya da mikropların gerçekten var olduklarına ve bunların hastalıklara yol açabileceğine olan inancı tamdı. O kendi bildiği yöntemle yaptığı işe ve kendine inancını sürdürerek araştırmalarına devam etti. Bundan sonra ise ipekböceği hastalığına ve kuduza çare buldu. Pasteur ayrıca içtiğimiz sütün bozulmasını önlemenin yöntemini de keşfetti. Burada sütü 140 (fahrenheit) derecede otuz dakika süreyle ısıtmak ve sonra hızlı bir biçimde soğuttuktan sonra sütü kapalı ve sterilize edilmiş şişelere koymak gerekiyordu. Bu yöntem sütü mikroplardan arındırmak için günümüzde de kullanılmaktadır. Bu yönteme, Louis Pasteur'ün adıyla 'Pastörize' etmek denilmektedir. Pasteur, Strasberg'li Marie Laurent ile evlendi. Birbirlerini çok seviyorlardı. Marie eşini, araştırmalarını her şeyin üstünde tutması için özendiriyordu. Bu yüzden Pasteur, laboratuar çalışmaları üzerinde yoğunlaşabiliyor ve işine gereken zamanı ve önemi verebiliyordu.

Küçük Joseph Meister kuduz bir köpek tarafından on dokuz yerinden ısırıldığında, anne ve babası yavrucağı Louis Pasteur'e getirdiler. Bu bilim insanı daha önce insan üzerinde hiç denenmemiş olan kuduz aşısını çocuğa uygulamakta tereddüt etti. Pasteur bunu ancak, kendisine gelen iki doktorun, çocuğun kuduzdan her durumda öleceğini ve başarılı olursa ilacın kuduza bir çare olabileceğini söylemesinden sonra denemeye karar verdi.

Pasteur kuduzun çaresini bulmuştu. Louis'nin aşısı küçük Joseph Meister'in hayatını kurtardı. Meister büyüdüğünde Pasteur Enstitüsü'nün kapıcılarından biri olacaktı. Çünkü Louis Pasteur'e karşı duyduğu minnet duygusu, ömrünün sonuna kadar Enstitü'de çalışmak istemesine neden olmuştu.

Pasteur kendine inanan bir insandı. Başkalarının söyledikleriyle değil, kendi doğrularıyla yaşayan ve sezgilerine güvenen bir bilim insanıydı. 1895 yılında hayata gözlerini yumduğu güne kadar son derece alçak gönüllü, gösterişiz ve sade bir yaşam sürdürdü. Yaşlılık yıllarında insanların ona gösterdikleri büyük saygı karşısında şaşkınlığa düşer ve bunu pek komik bulurdu. Bir keresinde Londra'da bir uluslarası tıp kongresine davet edilmişti. Kongre salonuna girdikten kısa bir süre sonra Pasteur kürsüye davet edildi. Pasteur'ün yüzünde hayal kırıklığına uğramış gibi bir ifade belirdi. Pasteur, "İngiltere veliaht (kral adayı) Prens'i buraya geliyor olsa gerek" dedi. "Keşke dışarda dursaydık. Gelişini de izleyebilirdik böylece." Bu içten sözler herkesi çok duygulandırmıştı. Kongre başkanı Pasteur'e "Hayır Bay Pasteur" dedi. "Gelen sizsiniz. Herkesin takdir ettiği ayakta alkışladığı insan sizsiniz."

Wilhelm Conrad Röntgen (27 Mart 1845-10 Şubat 1923)
Hayatı ve Akademik Kariyeri
Prusya'nın Lennep şehrinde (bugün Remscheid, Almanya) doğdu. Çocukluğu ve ilköğretim yılları Hollanda'da ve İsviçre'de geçti. 1865 yılında girdiği Zürih Politeknik'te üniversite eğitimi gördü ve 1868 yılında makine mühendisi olarak mezun oldu. 1869 yılında Zürich Üniversitesi'nden doktorasını aldı. Mezuniyetinin ardından 1876'da Strassburg'da, 1879'da Giessen ve 1888'de Würzburg Üniversitelerinde fizik profesörü olarak öğretim görevi yaptı. 1900'de Münih Üniversitesi Fizik kürsüsüne ve yeni Fizik Enstitüsünün Yöneticiliğine getirildi.

X Işınlarını Bulması
Öğretim üyeliği görevinin yanı sıra araştırmalar da yapmaktaydı. 1885 yılında kutuplanmış bir yalıtkan hareketinin, bir akımla aynı manyetik etkileri gösterdiğini açıkladı. 1890'lı yılların ortalarında çoğu araştırmacı gibi o da katot ışın tüplerinde oluşan lüminesans olayını incelemekteydi. Crookes tüpü adı verilen içi boş bir cam tüpün içine yerleştirilen iki elekroddan (anot ve katot) oluşan bir deney düzeneği ile çalışıyordu. Katottan kopan elektronlar anoda ulaşamadan cama çarparak, floresan adı verilen ışık parlamaları meydana getirmekteydi. 8 Kasım 1895 günü deneyi biraz değiştirip tüpü siyah bir karton ile kapladı ve ışık geçirgenliğini anlayabilmek için odayı karartıp deneyi tekrarladı. Deney tüpünden 2 metre uzaklıkta baryum platinocyanite sarılı olan kağıtta bir parlama farketti. Deneyi tekrarladı ve her defasında aynı olayı gözlemledi. Bunu mat yüzeyden geçebilen yeni bir ışın olarak tanımladı ve cebirde bilinmeyeni simgeleyen x harfini kullanarak x ışını ismini verdi.


23 Ocak 1896 yılında Röntgen tarafından çekilmiş bir radyografiBu buluşundan sonra Röntgen farklı kalınlıktaki malzemelerin ışını farklı şiddette geçirdiğini gözlemledi. Bunu anlamak için fotoğrafsal bir malzeme kullanmaktaydı. Tarihteki ilk tıbbi x ışını radyografisi de (Röntgen filmi) yine bu deneyleri sırasında gerçekleştirdi. Ve 28 Aralık 1895 tılında bu önemli keşfini resmi olarak duyurdu.

Olayın fiziksel açıklaması 1912 yılına kadar net olarak açıklanamasa da, buluş fizik ve tıp alanında büyük bir heyecan ile karşılandı. Çoğu bilim adamı bu buluşu modern fiziğin başlangıcı saydı. Amerikalı mucit Thomas Edison 1896 yılında tıpta fizik tedavide kullanılmak üzere x ışınları üreten bir aygıt geliştirdi. Ama çok miktarda X ışınlarına maruz kalındığında meydana gelebilecek sağlık sorunlarını kimse farketmedi.

Aldığı Ödüller
X ışınlarının bulmasından dolayı kıskanç diğer bilimadamları tarafından çeşitli saldırılara uğramasının yanı sıra kendisine sayısız ödül verildi. 1901 yılında tamamladığı bu araştırmaları sonucu aynı yılın fizik dalında Nobel Bilim ödüllüne layık görüldü. Ödülün tüm gelirini Würzburg Üniversitesi'ne bağışladı. Tüm insanlığın özgürce kullanabilmesi için x ışını olayının patent altına alınmasını reddetti.

Son Yılları
Karısının ölümünün dört yıl ardından 1923 yılında, I. Dünya Savaşı'nın yarattığı yüksek enflasyon ekonomisi ortamında parasız olarak, Münih'te öldü.


James Watt (1736 - 1819)
James Watt (19 Ocak 1736 Greenock - 19 Ağustos 1819 Heathfield) modern buhar makinesinin geliştiricisi olan İskoçyalı mucit ve mühendistir. Endüstüriyel devrimin oluşmasında önemli rol oynamıştır.

Gemi işleten zengin bir baba ve kültürlü bir annenin oğlu olarak dünyaya gelen James; çocukken sık hastalandığı için okula devamlı gidememiş, evde annesi tarafından eğitilmiştir. 17 yaşında iken annesini kaybetmiş ve babasının işleri kötüleşmiştir. Londra'ya bir seneliğine ölçüm aletleri yapımını öğrenmeye giden Watt, Glosgow'a dönüp bu mesleği icra etmek istemişti. Fakat 7 sene çıraklık yapma zorunluluğundan, İskoçya'da başka bir ölçüm aletleri yapımcısı olmamasına rağmen, Demirciler Locası tarafından başvurusu red edilmiştir.

Watt bu durumdan, kendisine Glosgow Üniversite'sinde atölye öneren profesörler tarafından kurtulmuş, fizikçi ve kimyacı olan profesör Joseph Black kendisine hocalık etmiştir. Atölyenin açılmasından 4 sene sonra Watt buhar gücü üzerinde çalışmaya başlamış daha önce hiç görmemiş olmasına rağmen bir prototip yapmaya çalışmıştı. 1765'de Thomas Heathfield yaptığı bir model üzerinde uğraşarak buhar makinesini çalıştırmayı başardı.

1767'de kuzeni Margaret Miller ile evlenmiş ve 6 çocuk sahibi olmuştur.

Tam kapsamlı bir buhar makinesi geliştirmeye çalışan Watt'a Carron Demir İşleri şirketinin kurucusu Joh Roebuck maddi olarak destek olmuştur. Hemen başarılı olmayan tasarım maddi sıkıntıya düşünce Watt 8 sene anketçilik yapmıştır. Roebuck iflas edince, Matthew Boulton patent haklarını satın almış ve Watt ile 25 yıl sürecek başarılı bir ortaklığa imza atmıştır.


Samuel Finley Breese Morse (1791 - 1872)
Samuel Finley Breese Morse (27 Nisan 1791 – 2 Nisan 1872) Amerikan Mucit, portre ve tarih sahnesi ressamı.

Samuel F. B. Morse coğrafyacı ve papaz Jedidiah Morse ile Elizabeth Ann Breese Morse'un ilk çocukları olarak Massachusetts, Charlestown'da doğdu. Daha küçük bir çocukken Phillips Akademisi'ne katıldı daha sonra 14 yaşında yüksekokula başladı. Kendini sanata ve çok tanınan bir Amerikan ressam olan Washington Allston'ın öğrencisi olmaya adadı. Yale Üniversitesi'nde iken, Benjamin Silliman ve Jeremiah Day'in elektrik hakkındaki konferanslarına katıldı. Portre resimler yaparak para kazandı. 1810'da Yale Üniversitesi'nden mezun oldu. Morse daha sonra 1811'de Allston'a Avrupa'ya giderken eşlik etti.

Morse bir taşı yada mermeri 3 farklı boyutta yontabilen mermer kesme makinesini icat etti. Morse bunun patentini alamadı, çünkü 1820'de Thomas Blanchard'ın benzer bir icadı vardı.

Morse 1837'de elektrikli telgrafı icat etti. Joseph Henry, bugün Princeton Üniversitesi'nde bulunan çalışan ilk prototipi yapmıştı. Henry ayrıca, Morse'un O'Reilly'ye karşı dava açmasına rağmen yayınlayamadığı bilimsel dokümanlara da sahipti. Patent denemesi sürecinde, Morse'un avukatı, Morse'un kendi el yazısıyla yazılmış olan bilimsel dokümanların yakıldığını iddia etti. Joseph Henry zamanının açık kaynaklı teşebbüs sahiplerindendi ve Morse gizlilik avantajlarını elinde bulunduruyordu. 1837'de Morse cihazın patentini aldı. 1832'de, Morse elektomanyetik telgraf ve Dr. Charles T. Jackson'la yaptığı telgraf görüşmelerinde kullandığı Morse Kodları olarak bilinen sinyal alfabesi fikirlerini geliştirdi.

1830'da Roma'da öğrenim görürken, Danimarkalı/İzlandalı heykeltıraş Bertel Thorvaldsen tarafından eğitildi; Bazen bu iki sanatçı Antik Roma yıkıntılarında yürüyüşe çıkardı. Morse ayrıca Thorvaldsen'in portresini de yaptı. 1835 sonbaharında, Morse hareketli kâğıt şerit üstüne kayıt yapan bir telgraf geliştirdi ve sergiledi. 1836 başlarında, Morse kayıt yapan telgrafını Dr. Leonard Gale'e sundu. Aynı yıl topladığı 1496 oyla New York belediye başkanlığı seçimlerinde başarısız oldu.

1836'da Morse çalışan ilk telgraf örneğini bitirdi. Bu telgraf tek elementli bir pil ve basit bir manyetizma kullanıyordu. Bu örnek 13 – 14 metre gibi çok kısa mesafelerde çalışıyordu. 1836 kışında Morse ilk örneğini Leonard Gale'e gösterdi. Gale, Joseph Henry'nin elektromanyetik röleler üzerine çalışmalarından haberdardı. Bu bilgilere dayanarak Gale, Morse'a birkaç gelişme tavsiyesinde bulundu ve Henry'nin bu gelişmeleri anlatan 1831 tarihli bilimsel yayınlarını okuması için teşvik etti. Bu gelişmelerle birlikte Morse ve Gale 16 kilometrelik bir alandan gelen mesajları kaydedebilecekti. Aynı yılın Eylül ayında, Alfred Vail New York Üniversitesi’nde telgrafın gösteriminde asistanlık yaptı. Vail’in babası iyi bağlantıları olan mucit, avukat, topluluk lideri ve teknoloji yatırımcısıydı. Morse’un telgraf üstündeki çalışmalarını finanse etti.

1838’de, Morse her harfe bir nümerik kod atanmış olan telgrafik sözlüğünü, telgrafik bir şifreyle değiştirdi. Alfred Vail ilk günlerden beri tartışılan bu basit kodların asıl mucididir. Bu konuda ki birçok yazıya göre Vail gerçek mucitti, buna karşın Morse ve taraftarları bunun akisini iddia etti.

Morse telgrafı 24 Ocak’ta yüksekokullarda sergiledi. Morse elektrikli telgrafın ilk halka açık sunuşunu 8 Şubat 1838’de Philadelphia Pensilvanya’da bulunan Franklin Enstitüsü’nde bir bilim komitesinin karşısında gerçekleştirdi(İlk çalışma tarihi 6 Ocak’tır). Morse 21 Şubat’ta telgrafı başkan Martin Van Buren’e sundu. Kısa bir zaman sonra, Birleşik Devletler Ticaret Temsilcileri Komitesi başkanı F.O.J. Smith Maine, Morse’un arkadaşı oldu ve Kongrede 30,000 Amerikan Dolarını geçmeyen telgraf hattı projesini önerdi. Morse ayrıca bir su kütlesi üstünden, demiryolu altından veya iletken herhangi bir şeyden sinyal gönderebilen radyo telgrafın icadına öncülük etti.

1839’da Samuel Morse (Paris’den) Louis Daguerre tarafından Daugerreptype Fotoğrafçılığın ilk Amerikan tanımlamasını yayınladı. Morse Amerikan daugerreptypelara öncülük etti. 24 Mayıs 1844’de Morse Washington D.C.’de bulunan Yüksek Mahkeme binasından Baltimore, Maryland’de bulunan asistanı Alfred Vail’e şu telgraf mesajını gönderdi; “What hath God wrought” (İncil’den alıntı, Numaralar 23:23).

1850’ler de Morse Kopenhag’a gitti ve heykeltıraşın mezarının da bulunduğu Thorvaldsen müzesini ziyaret etti. Kral VII. Frederick tarafından kabul edildi ve Thorvaldsen’in 1830’da yapmış olduğu portresini vasiyeti gereği kraliyet ailesine bağışladı. Thorvaldsen’in portresi halen Danimarka Kraliçesi II. Margaret’tedir.

1872 yılında 80 yaşında New York 5 West 22. Sokakta ki evinde öldü ve Brooklyn, New York’ta bulunan Gren-Wood Mezarlığına gömüldü

 
  Bugün 5 ziyaretçi (13 klik) kişi burdaydı!  
 

Sitetistik
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol