Bardağı yere bırakın bugün....
'Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem' dedi profesör, 'ama , benim sorum şu ki:
Bu bardağı böyle bir kaç dakika tutsaydım ne olurdu?'
'Hiç bir şey'...diye yanıtladı öğrenciler.
'Peki bir saat boyunca tutsaydım ne olurdu?' diye sordu profesör.
'Kolunuz ağrımaya başlardı efendim' diye öğrencilerden biri yanıtladı.
'Haklısın, peki şimdi ben bir gün boyunca tutsam ne olurdu?'
'Kolunuz iyice ağrır, kas spazmı..vs. gibi sorunlar yaşardınız ve hastaneye gitmek zorunda kalırdınız'. Tüm öğrenciler çeşitli yorumlar yaptı ve gülüştüler.
'Çok iyi. Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme olur muydu?' diye sordu profesör
'Hayır' diye yanıtladı herkes.
'Peki o zaman kolun ağrımasına ve kas spazmına neden olan neydi?'
Öğrenciler bulmaca çözermişcesine düşünmeye başladılar.
'Acıdan ve ağrıdan kurtulmam için ne yapmam gerekir bu durumda?' diye tekrar profesör sorar.
'Bardağı bırakın düşsün!' diye öğrencilerden biri yanıt verir.
'Kesinlikle' der profesör.
Hayatın problemleri de böyle bir şeydir.
Onları kafanda bir kaç dakika tutarsın, bir sorun yokmuş gibi görünür.
Uzun bir süre düşünürsün, başınız ağrımaya başlar.
Daha uzun düşünün. Artık seni bitirmeye ve hiç bir şey yapamamana neden olur.
Hayatınızdaki mücadeleleri ve problemleri düşünmek önemlidir.Fakat daha önemlisi onları her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır(bardak gibi). Bu şekilde strese girmez, her gün taze bir beyin ile uyanır, her konuyla ve yolunuza çıkan her engel ile başa çıkabilecek güçte olursunuz!
Bu yüzeden her gün işten ayrıldığınızda sevdiklerinize şunu hatırlatın.
Bardağı yere bırakın bugün....
---------------------------------------------------
---------------------------------------------------
SERVETLE ÖVÜNMEYİN........
Harun Reşit ile veli bir zaat sohbet ediyordu. Bir ara veli zaat :
- Ey Halife! Farzet ki büyük bir çölde kaybolmuşun. Susuzluktan ölmek üzeresin. O anda birisi gelip elindeki su dolu kırbayı sana satmak isterse kaç para verirsin? diye sordu.
Halife gülerek:
- Ne kadar isterse veririm, dedi.
Veli zaat:
- Peki, o suya karşılık servetinin yarısını istese verir misin?
Halife Harun Reşid:
- Veririm.
veli zaat: "Doğru söyledin" dedi ve devam etti:
- Ey Halife! Diyelim ki servetinin yarısı ile o suyu alıp içtin ve bir müddet daha yaşama imkanı buldun. Fakat az sonra içtiğin suyu çıkarman gerekir.
Ama buna muvaffak olamasan, bütün uğraşmalarına rağmen idrarını yapamasan ve adeta ölecek hale gelsen, o anda yine birisi karşına çıkıp:
"Seni tedavi edebilirim ancak servetinin öbür yarısını isterim" derse ne dersin?"
Halife hiç düşünmeden:
- Elbette razı olurum, dedi.
Bunun üzerine Veli zaat:
- Öyleyse Ey Emirü'l Mü'minin! Önce içtiğin, sonra da idrar yolu ile dışarı attığın bir yudum su kıymetinde bile olmayan servetine sakın güvenme! Hiç
kimseye karşı mal, mülk ve servetinle övünme, buyurdu.
SELAM VE DUA İLE...
---------------------------------------------------------------------------
---------------------------------------------------------------------------
DÜNYADAKİ EN ÇİRKİN SES....
Mevlana Hazretleri, bir gün medresesinde ders verirken talebelerine :
Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerim' de, "en çirkin ses eşeğin sesidir."(lokman suresi/19. ayet) buyuruyor. "O kadar hayvanın içerisinde eşeğin seçilmesindeki hikmeti nedir?" diye sordu.
Talebeleri, bu meselenin açıklaması için Mevlana hazretlerine rica ettiler.
Mevlana:
"Her hayvanın kendisine mahsus bir zikri, tesbihi, iniltisi vardır. Mesela devenin böğürtüsü, aslanın kükremesi, av hayvanlarının inlemesi, sineklerin vızıltısı, arıların uğultusu onların zikirleridir. İnsanların tesbihi ve zikri olduğu gibi gökteki meleklerin de vardır. Halbuki biçare eşek sadece iki vakitte anırır. Birisi, cinsi yakınlık istediğinde, diğeri acıktığında.
Demek ki eşek, şehvetinin ve boğazının esiridir. Gönlünde Allah'a ait bir dava, bir sevda bulunmayan, sadece midesini ve şehvetini düşünen birisinin sesi Allah katında eşek sesi gibidir veya daha aşağıdır."
Kaynak
MÜCTEBA ERBEK
İBRETLİK BİR KISSA
Yolda karşılaştığımızda ezan okunuyordu.
-Gel seni camiye götüreyim, dedim. Bugün Cuma biliyorsun.
-Sen de benim camiye gitmediğimi biliyorsun, dedi
-Biliyorum ama, sebebini gerçekten merak ediyorum.
-Ne bileyim olmuyor işte, dedi.Hem pantolonumun ütüsü bozulup, dizleri çıkar diye endişe ediyorum.
Gayri ihtiyari gülmeye başladım.
-Herhalde şaka yapıyorsun, dedim. Bunun için cami terk edilir mi?
-Ciddi söylüyorum, dedi. Giyimime ve özellikle yeşile düşkün olduğumu bilirsin.
Gerçekten öyleydi. Giydiği birbirinden güzel elbiseleri mutlaka yeşilin bir başka tonundan seçer ve her zaman ütülü tutardı.
-Peki, dedim.Hayatında hiç camiye gitmedin mi?
-Çocukken dedemle birkaç kere gitmiştim, dedi. Hem o yaşlarda dizlerim aşınacak diye herhalde endişe etmiyordum. Fakat artık camiye gidebileceğimi zannetmiyorum.
Söyledikleri beni son derece şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma pişman etmişti. Daha sonra el sıkışıp ayrıldık.
Onunla konuşmamızdan 2 ay sonra, kendisinin camide olduğunu söylediler. Hemen gittim. Bahçedeki namaz saflarının en önünde duruyordu ve üzerinde yine yeşiller vardı.
Yavaşça yanına yaklaştım ve kısık bir sesle:
-Hani, dedim. Camiye gelmeyecektin?
Hiç sesini çıkarmadı. Çünkü musalla taşının üzerinde, yeşil örtülü bir tabut içinde yatıyordu.
BARDAĞI YERE BIRAKIN BUGÜN
19:55'da Profesör elinde içi su dolu bir bardak tutarak dersine başladı. Herkesin göreceği bir şekilde tutuyordu ve ardından sordu:
'Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?'
'50 gm!'....'100gm!'....'125gm